ÖZ
Emeklilik denilince akla, uzun yıllar çalışmadan sonra hayatın son dönemini çalışmadan ve geçim kaygısı olmaksızın yaşayabilmek imkânı gelir. Bu, sosyal sigorta kurumuna uzun yıllar ödenen primlerin karşılığıdır. Bu nedenle emekli olan kişinin işten ayrılması, yaşlılık sigortasının doğası gereğidir, bugüne kadar olan tüm sosyal sigorta mevzuatımızda yer almıştır. Anayasa Mahkemesinin sosyal güvenlik primine tabi çalışma imkanını gerekçe yaparak, 506 sayılı Kanununun yaşlılık aylığının bağlanması şartı olarak işten ayrılmayı iptal etmesi, yaşlılık sigortasının olması gereken asgari standartları bakımından isabetli görülemez. Diğer yandan SGK’nın 2021/5 sayılı Genelgesi ile Anayasa Mahkemesinin iptal kararının uygulanabilir olmadığı sonucuna varması, hukuk devleti ilkesine uygun değildir, kararın kendisi gibi bu da isabetsizdir.
Anahtar Kelimeler: Yaşlılık Sigortası, İşten Ayrılma Koşulu, Sosyal Güvenlik Destek Primine Tabi Çalışma
ABSTRACT
When it comes to retirement, one thinks of the possibility of spending the rest of life without having to work and having financial difficulties. It is the reward of many years of premiums paid to the social security institution. Therefore, the fact that retired persons leave their job, is in the nature of old-age insurance and it has been required in all of our social insurance legislation to date. The Constitutional Court’s annulment of the requirement of leaving the job as an old-age pension requirement of Law No. 506, by justifying it with the possibility to continue to work subject to the social security support premium cannot be regarded as compatible with the ideal minimum standards of an old-age insurance. On the other hand, the conclusion of the Circular of the Social Security Institution no. 2021/5, that the annulment decision of the Constitutional Court is not applicable, is not in line with the rule of law, like the decision itself, this is also inaccurate.
Keywords: Old-Age Insurance, Requirement of Leaving Job, Continuing to Work Subject to Social Security Support Premium
GİRİŞ
Sosyal sigorta insan yaşamında doğumdan ölüme kadar birçok sosyal riske karşı güvenceyi içerirse de toplumun genelinde emeklilik ile özdeş bir kavramdır. Bu, insanların sağlıklı olduğu ve çalışabildiği yaşlarda karşılaşacağı sosyal risklerle bir şekilde mücadele edebileceği inancına karşın, yaşlılık döneminde çalışmak zorunda kalmaksızın yaşamını huzurla sürdürebilme kaygısıyla ilgili olsa gerek. Ülkemizde son dönemde kamuoyu gündeminin başında gelen konulardan birinin kendi deyimleri ile ‘Emeklilikte Yaşa Takılanlar’ (EYT) olması, belirtilen nedenle şaşırtıcı değildir.
Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 2019 tarihli itiraz yolu başvurusuyla ilgili Anayasa Mahkemesinin 14.01.2021 tarih ve E. 2019/104 K. 2021/3 sayılı ve 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanununun yaşlılık aylığı bağlanması koşullarından olarak işten ayrılma şartını iptal eden kararının, 03.03.2021 tarih ve 31412 sayılı Resmî Gazete’de yayınlanması kamuoyunda bir heyecan yaratmıştır. Ancak bu karar Sosyal Güvenlik Kurumunun hemen bir hafta sonra 10.03.2021 tarihinde yayınladığı 2021/5 sayılı Genelge ile kamuoyunun gündeminden düşmeye başlamıştır. Çünkü Kurum 506 sayılı Kanun düzenlemesine ilişkin iptal kararının farklı nedenlerle uygulanabilir olmadığı gerekçesiyle iptal kararının mevcut Kurum uygulamasında herhangi bir değişikliği gerektirmediği sonucuna vardı.
Aktif ve pasif sigortalı dengesinin beşe bir, yani beş aktif sigortalıdan toplanan primlerle bir pasif, emekli sigortalının aylığının ödenmesi gerektiği akademik kabulüne karşın[1], ülkemiz uygulamasında bu oran ikiye birdir. Bu nedenle ülkemizde emeklilerin çoğunluğu sosyal güvenlik destek primine tabi çalışmaya devam etmekteyse[2] de yaşlılık aylığı bağlanması koşulu olarak işten ayrılmanın aranmaması en azından olması gereken sosyal devlet koşulları itibariyle rahatsız edicidir. Zira bu durum, yaşlılık sigortasının yetersizliğine dair dolaylı bir kabulü içermektedir ve bu sigorta kolunun hukuki niteliği ve işlevi ile tam olarak bağdaşmamaktadır. Bu nedenle Anayasa Mahkemesinin iptal kararının hukuka uygunluğu tartışmaya açıktır. Ancak bu tartışmadan bağımsız olarak, ülkemiz koşullarında Anayasa Mahkemesinin iptal kararının çalışanlar lehine bir kolaylaştırma olduğu açık iken Kurumun 2021/5 sayılı Genelgesinin bu kararı işlevsiz bırakması bazı soruları akla getirmektedir.
Bu çalışmamızda Anayasa Mahkemesinin kararını yaşlılık sigortasının konusu, amaçları itibariyle değerlendirdikten sonra, Kurumun 2021/5 sayılı Genelgesi hakkında görüşlerimizi açıklayacağız.
Hem önceki sosyal sigortalar mevzuatımızda hem de 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanununda yaşlılık aylığı bağlanması koşulu olarak sigortalının işten ayrılması ortak bir şarttır[3].
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu yaşlılık aylığına hak kazandığının tespiti talepli bir davada, 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanununun 62. maddesinde aylık bağlanması koşulu olarak aranan ‘çalıştığı işten ayrılma’ koşulunun Anayasa’nın 2., 10., 48., 49. ve 60. maddelerine aykırı olduğu iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurmuştur. Hukuk Genel Kurulu iddiasıyla ilgili sigortalının yaşlılık aylığı talebinde bulunduğu sırada yaşamsal ihtiyaçlarını karşılayabilmesi için çalışmaya devam edebilmesinin sosyal hukuk devletinin amacıyla uyumlu olduğu, bu koşulun çalışma hak ve özgürlüğünü ihlal ettiği, zaten 29.04.1986 tarih ve 3279 sayılı Kanun ile kabul edilen sosyal güvenlik destek primi (SGDP) hükümlerine göre hem emekli aylığı almanın hem de çalışmanın mümkün olduğu sistemde aylık bağlanması için işten ayrılmanın aranmasının fiilen bir öneminin bulunmadığı, çünkü aynı gün içinde işten çıkışını yaptırıp Kuruma tahsis talebinde bulunan sigortalının hemen ertesi gün SGDP’ye tabi işbaşı yapabildiği, mevzuatta Kurumun aylık tahsis süresinin azami üç ay olarak düzenlenmesine rağmen bunun çok daha uzun bir süreyi gerektirebildiği, ilgili hüküm nedeniyle işten ayrılan kişinin aylık bağlanıncaya kadar hiçbir gelirinin olmayacağı gerekçelerine dayanmıştır.
Anayasa Mahkemesinin oybirliği ile aldığı iptal kararında Hukuk Genel Kurulunun özetlenen gerekçeleri paylaşılmıştır. Kararın başında genel olarak sosyal güvenlik hakkına ve özel olarak da yaşlılık aylığına ilişkin tespitlere yer verilmiştir. Devamında yaşlılık aylığının sosyal güvenlik hakkı kapsamında sigortalıya ömür boyu ödeme vaat eden bir sigorta türü olup, itiraz konusu çalıştığı işten ayrılma da dahil mevzuatta tahsis talebinde bulunmak için aranılan koşulların sınırlandırıcı nitelikte olduğu, bu sınırlandırmanın Anayasa’nın 13. maddesinde düzenlenen ve elverişlilik, gereklilik ve orantılılık yönleri olan ölçülülük ilkesine uygun olması gerektiği vurgulanmıştır. Yüksek Mahkemeye göre “Kuralla sigortalıya yaşlılık aylığı bağlanması için SGK’ya yazılı başvurudan önce çalışılan işten ayrılma koşulunun öngörülmesi suretiyle sigortalılık statüsünde meydana gelen değişikliğin işyeri ile SGK kayıtlarına sağlıklı işlenmesi ve böylece sosyal güvenlik sisteminin düzenli bir şekilde işleyişinin sağlanması amaçlanmaktadır”. Yüksek Mahkeme bu surette bize göre isabetsiz olarak işten ayrılma şartını bir düzen kuralı niteliğine indirgemiştir. Bu yaklaşım emekli olarak sosyal güvenlik destek primine tabi çalışmanın yaşlılık sigortasının zaten doğasında bulunan tamamlayıcı bir unsurmuşçasına bir kabulü yansıtmaktadır. Ancak yaşlılık sigortasının kabulü amaçları bakımından böyle bir kabulün desteklenmesi mümkün değildir.
Anayasa Mahkemesine göre sigortalının çalıştığı işten ayrılmadan da pasif sigortalı statüsüne geçirilerek prim ödemelerinin buna göre düzenlenmesinin sosyal güvenlik sisteminin düzenli işleyişi üzerinde olumsuz etkisi olmayacağından, işten ayrılma şartı elverişli, ölçülü bir sınırlandırma değildir. Tahsis talebinin sigortalı ya da Kurum tarafından işverene bildirilerek işveren ve Kurum kayıtlarının düzenlenmesi mümkün olduğuna göre, fiilen işten ayrılmayı gerektirmeyecek daha hafif nitelikteki tedbirlerle sistemin düzenli bir şekilde işleyişi amacına ulaşılabilir.
Yüksek Mahkemenin son gerekçesi, Hukuk Genel Kurulunun itirazından alıntıyla, işten ayrılma şartının tahsis talebi ile aylığın fiilen ödenmeye başlanacağı tarih arasında geçecek sürede sigortalıyı bir gelir elde etmeksizin geçirmek zorunda bıraktığıdır. Her ne kadar bu döneme ilişkin aylıklar daha sonra topluca ödenmekteyse de bu sigortalının aylar boyunca ekonomik olarak hiçbir gelir elde edememesinin neden olacağı mağduriyeti tümüyle ortadan kaldırmaz.
Anayasa Mahkemesinin kararındaki yaklaşım ile yaşlılık sigortasında aylık bağlanması şartı olarak işten ayrılmasının salt bir düzen kuralı olduğu kabul edilirse, kararda varılan sonuca katılmamak mümkün değildir. Ancak bize göre bu yaklaşım, ülkemizin ekonomik ve sosyal koşullarında emeklilerin büyük kesimi bakımından adeta zorunlu bir uygulama olan, yaşlılık aylığı alarak çalışmaya devam etmeyi mümkün kılan SGDP’ye tabi çalışmanın toplumdaki kanıksanmışlığının hukuk alanına yansımasından ibarettir. Çünkü özellikle önceki 1479 ve 506 sayılı Kanun sigortalısı emeklilerinin aylık miktarlarının kendilerinin asgari ihtiyaçlarını karşılamada yetersiz kalması, ülkemiz uygulamasında yaşlılık aylığını adeta aile bütçesine katkı sağlayan bir ek gelir niteliğine büründürmüştür. Dolayısıyla fiili durumda sigortalıların büyük kesimi için emeklilik, hayatın çalışmaksızın geçirilen bir dönemi olmaktan uzaktır.
Ülkemiz uygulamasında sigortasız istihdamın tüm çalışanların hemen hemen yarısı oranında olması[4] ve sigortalı bildirimi olanlardan da prime esas kazancı Kuruma gerçek ücretinin altında[5] asgari ücret olarak bildirilenler nedeniyle sosyal sigorta sistemimizin finansal açıdan orantısız bir yük altında olması, ister istemez yaşlılık aylıklarının düzeyine yansımaktadır. Yaşlılık aylıklarının ülkenin somut ekonomik koşullarında asgari düzeyde bir yaşam standardını sağlamakta yetersizliğinden kaynaklanan olumsuzlukları telafi edici bir ara çare olarak mevzuatımıza 1986 yılında giren SGDP tabi çalışmanın, Anayasa Mahkemesi tarafından sosyal sigorta sisteminin olağan bir unsuruymuşçasına işten ayrılma şartının iptaline gerekçe yapılması, yaşlılık sigortasına ilişkin tüm dünyada genel geçer kabul görmüş ilkelere uygun değildir.
Sosyal sigortanın konusu olarak yaşlılık, tıbbi açıdan yaşlanma ile sınırlı bir kavram değildir. Esasen sigortalının ilerleyen yaş ile çalışma gücünde yaşlılığa bağlı azalma ve bunun sonucu olarak da gelir elde etme yeteneğinde bir kötüleşme beklenir[6]. Buna göre yaşlılık sigortası ile azalan çalışma gücüne bağlı olarak istihdam piyasasında gelir elde etme imkanları azalan, kötüleşen sigortalıya, uzun yıllar çalışmasının ve dolayısıyla sisteme koyduğu prim katkılarının karşılığı adeta ödül olarak, ölümüne kadar çalışmasına gerek olmaksızın asgari bir standartta yaşamı temin etmesi gereken aylık bir gelir sağlanması amaçlanır.
Yaşlılık sigortasının bu olması gereken işlevine karşın, hemen üstte belirttiğimiz ülkemize özgü koşullarda “genel sağlık ve çalışma koşullarının yetersizliğine, kadınların emek piyasasına giderek daha fazla girmesine, istihdam olanaklarına ve nihayet politik düşüncelere”[7] bağlı olarak mevcut durumda emekli aylıklarının olması gereken asgari standardın çok altında kalmasına neden olmaktadır. Sosyal sigorta sistemimizin bütününde en büyük gider kaleminin yaşlılık aylıklarının olması[8] dahi, maalesef mevcut durumu değiştirmemektedir.
Yaşlılık sigortasına dair ülkemiz uygulamasında hukuken olması gereken ile fiilen var olan şartlarımız arasındaki bu uyumsuzluğun adeta zaruri bir sonucu olarak mevzuatımıza giren SGDP’ye tabi çalışma, yaşlılık sigortasından aylığın bağlanması koşullarından olarak işten ayrılma şartının anlamsız olduğunu ve dolayısıyla kaldırılması gerektiğini göstermez.
Anayasa Mahkemesinin kararından önce öğretide 2011 yılında benzer görüş[9] savunulmuşsa da yaşlılık sigortasının genel ilkesi, emekli olan sigortalının artık çalışmamasıdır[10], yoksa çalışma istisnadır. SGDP’ye tabi çalışma imkânının olması, genel ilkenin aksini haklı göstermez. 5510 sayılı Kanun düzenlemeleri, ülkemiz sosyal sigorta sistemine ilk defa 1986 tarih ve 3279 sayılı Kanun ile giren ve hali hazırda kazanılmış hak sahibi pasif ve beklenen hak sahibi aktif sigortalılarla sınırlı uygulaması devam eden SGDP’ye tabi çalışmanın yaşlılık sigortasının olmazsa olmaz bir unsuru olmadığını göstermektedir.
5510 sayılı Kanununun yürürlüğe giren ilk halinde, ilk defa bu Kanun döneminde sigortalı olanlardan ileride işçi, bağımsız çalışan veya kamu görevlisi olarak yaşlılık aylığı almaya başladıktan sonra, sadece bağımsız çalışma hali için aylığı kestirmeksizin SGDP ödeyerek çalışma imkânı kabul edilmiş (m. 30), 4a ve 4c sigortalı hükümlerine tabi sigortalı olarak SGDP ödeyerek çalışmak engellenmiştir[11]. Bağımsız çalışan 4b sigortalısı olarak SGDP tabi çalışma imkânı, daha sonra 29.01.2016 tarih ve 6663 sayılı Kanun ile değiştirilerek, 6663 sayılı Kanunun 01.03.2016’daki yürürlüğünden sonra ilk defa sigortalı olanlar için kaldırılmıştır[12]. Buna göre ilk defa 5510 sayılı Kanun döneminde sigortalı olanların 4a, 4b ya da 4c sigortalılık hükümlerine göre emekli olduktan sonra çalışmaları, ilk seçenek aylıklarını kestirerek tüm sigorta kollarına tabi aktif sigortalı olmaları ve sadece 4b sigortalılık ile sınırlı olarak ikinci seçenek de aylıkları kesilmeyerek sosyal sigortanın kapsamı dışında kalmayı talep edebilmeleridir (SGDP ödemeyeceklerdir)[13]. Görüldüğü üzere ilk defa 5510 sayılı Kanun döneminde sigortalı olanlar için SGDP tabi çalışma imkânı kalmamıştır.
Anayasa Mahkemesinin çalıştığı işten ayrılma koşuluna dair emeklilik hakkını sınırlandırıcı bir şart olduğu nitelendirmesine katılmak mümkün değildir. Çünkü bu şart var olan haktan yararlanılmasını sınırlandırmamakta, hakkın doğumuna hizmet etmektedir. Kamu görevlileri hariç ülkemiz sosyal sigorta sisteminde zorunlu emeklilik yoktur[14] (asgari koşulları karşılayan kamu görevlisi de zorunlu emeklilik yaşını beklemeden emekli olabilir), başka deyişle emeklilik bir haktır, yoksa bir yükümlülük değil[15]. Buna bağlı olarak sigortalının çalıştığı işten ayrılmak suretiyle emeklilik hakkını kullanacağı iradesini ortaya koyması, hakkın doğumuna hizmet eder. Yoksa işten ayrılmaksızın Kurumdan tahsis talebinde bulunmak, adına yatırılan primlerin karşılığı olarak aylıkların kendisine ödenmesi istemek şeklinde yorumlanabilir ki bu yaşlılık sigortasının varlık amacı ile çelişki oluşturur. Yukarıda açıklandığı gibi ülkemiz şartlarının bir sonucu olarak ortaya çıkan SGDP’ye tabi çalışma imkânının bulunması, bu çelişkiyi ortadan kaldırmaz.
Anayasa Mahkemesinin sigortalının çalıştığı işten ayrılmadan da pasif sigortalı statüsüne geçirilerek prim ödemelerinin buna göre düzenlenmesinin sosyal güvenlik sisteminin düzenli işleyişi üzerinde bir olumsuz etkisi olmayacağı gerekçesi ile işten ayrılma şartının elverişli, ölçülü bir sınırlandırma olmadığı değerlendirmesine katılmak mümkün değildir. Anayasa Mahkemesinin yaklaşımının aksine işten ayrılmanın bir düzen kuralı olmaktan çok daha fazla amacı, işlevi vardır. Yüksek Mahkeme bu surette emeklilik için işten ayrılmayı adeta mevcut iş ilişkisinde bir statü değişikliğine indirgemektedir ki bu hatalıdır.
Sigortalının yaş, sigortalılık süresi ve prim ödeme gün sayısı koşullarını karşılaması, az üstte açıklanan nedenle hakkın doğumuyla ilgilidir. Yaşlılık sigortasının kabul gerekçeleri ve amaçları dikkate alındığında, hakkı elde eden sigortalının çalışma gücünde yaşlılığa bağlı bir kaybının olduğu[16] varsayımı vardır. Bu nedenledir ki 1475 sayılı İş Kanunu’nun işçinin emeklilik nedeniyle iş sözleşmesini feshetmesi kıdem tazminatına hak kazandıran hallerden olarak düzenlenmiştir. Kıdem tazminatı ödenmesinin işveren tarafındaki yansıması ise, çalışma gücünde yaşlılığa bağlı bir kaybının olduğu yasal karinesi bulunan sigortalı ile iş ilişkisini sürdürme konusunda Anayasanın 48. maddesinden kaynaklanan işletme hakkı ile sözleşme özgürlüğü kapsamında bir karar verebilmesidir.
Bu noktada Anayasa Mahkemesinin iptal kararı sigortalıların lehine olduğu ölçüde aleyhinedir de. İşten ayrılma koşulunun aranmadığı durumda, sigortalı işini kaybetme riski olmadan Kurumdan yaşlılık aylığı almaya başlayabilmekteyse de ortada iş sözleşmesini sona erdiren bir hal olmadığından, işçi kıdem tazminatına da hak kazanamayacaktır. Emeklilik tarihinde kıdem tazminatının doğmadığı durumda emeklilik öncesi ve sonrası çalışması hukuken aynı iş sözleşmesine dayanacağından, emeklilik ertesinde kıdem tazminatına hak kazandırmayan bir işveren feshinde ve diğer sona erme hallerinde, emeklilik öncesi dönem kıdem tazminatı da ödeme olmaksızın tasfiye edilmiş olacaktır. Açıklanan nedenle kıdem tazminatı bakımından Anayasa Mahkemesinin iptal kararını iki tarafı keskin bıçağa benzetmek hatalı olmayacaktır.
Anayasa Mahkemesi Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun gerekçesini paylaşmış ve işten ayrılma şartının tahsis talebi ile aylığın fiilen ödenmeye başlanacağı tarih arasında geçecek süreyi sigortalıyı bir gelir elde etmeksizin geçirmek zorunda bıraktığını tespit etmiştir. Kurum tarafından yaşlılık aylığı tahsis sürecinin geciktirilmesi ve bu surette çalıştığı işten ayrılmış sigortalının Kurumun ilk ödemesine kadar geçimini sağlayamayacağı gerekçesi, bize göre işten ayrılma şartının kaldırılmasının gerekçesi olamaz. Bu sorunun çözümü Kurumun bir genelge ile dahi uygulamaya koyabileceği ön ödeme gibi bir yoldur. SGDP tabi çalışma iradesinde olan sigortalı açısından işten ayrılma koşulunun hiçbir olumsuzluğu olamaz; çünkü ayrılma salt kayıtlarla sınırlı kalmakta, sigortalının aynı gün içinde çıkışı bildirilmekte ve Kuruma yaşlılık aylığı tahsis talebi ertesinde de SGDP tabi girişi bildirilebilmektedir.
4.1. Kurumun 2021/5 sayılı Genelgesi
Anayasa Mahkemesinin iptal kararı çalışma hayatındaki bazı uygulama sorunlarına pratik bir çözüm olarak kamuoyunda bir heyecan yaratmışsa da bu bir hafta sürmüştür. Anayasa Mahkemesi kararda aksine açık bir hükme yer vermediğinden, iptal kararı Resmî Gazete’de yayınlandığı gün itibariyle uygulanabilir niteliktedir. Ancak Kurum bir hafta sonra 10.03.2021 tarihli 2021/5 sayılı Genelgesinde Anayasa Mahkemesinin iptal kararının uygulanabilir olmadığını, bu nedenle yaşlılık aylığı tahsisine ilişkin uygulamada herhangi bir değişikliğin gerekmediğini açıklamıştır.
Kurum Genelgesine göre Anayasa Mahkemesinin iptaline konu olan 506 sayılı Kanunun aylığın bağlanması başlıklı 62. maddesinin ilk fıkrasındaki “… çalıştığı işten ayrıldıktan sonra …” şartı, aynı Kanunun “yaşlılık aylığından yararlanma şartları” başlıklı 60. maddenin H bendinde, “Bu maddede belirtilen yaşlılık aylıklarından yararlanabilmek için sigortalının çalıştığı işten ayrılması ve yazılı istekte bulunması şarttır” şeklinde aynen yer almaktadır ve Anayasa Mahkemesi bu hükmü iptal etmemiştir. Keza 5510 sayılı Kanununun 106. maddesi ile 506 sayılı Kanun 141., 143., ek 36., geçici 20., 81. ve 87. maddeleri hariç yürürlükten kaldırılmış olup, 5510 sayılı Kanunun geçici maddelerinde 506 sayılı Kanunun Anayasa Mahkemesinin iptaline konu olan 62. maddesine herhangi bir atıf da bulunmamaktadır.
5510 sayılı Kanununun 28. maddesinde mülga mevzuat ile aynı içerikte, aylık bağlanması şartı olarak “çalıştığı işten ayrılma” koşulu arandığına göre, Anayasa Mahkemesinin mülga mevzuata ilişkin iptal kararı uygulanabilir nitelikte değildir; çünkü “… 5510 sayılı Kanunun yürürlük tarihinden sonra yaşlılık aylığı talebinde bulunan sigortalılar …” bu Kanunun 28. maddesindeki şartlara tabidirler.
Genelgenin devamında Kurumun 2018/38 sayılı Genelgesindeki “… tahsis talebinde bulundukları tarihte işten ayrılma koşulunun gerçekleşmediği sonradan tespit edilenlere yersiz ödenen aylıklar borç çıkarılmakta ancak sigortalıların işten ayrıldıkları tarihe kadar geçen hizmetleri dikkate alınarak aylıkları yeniden hesaplanmakta ve işten ayrılma koşulunun yerine geldiği tarihi takip eden ay başından itibaren talep şartı aranmaksızın aylıkları yeniden başlatılacağı …” (6.5.3) hükmünden sonra, Anayasa Mahkemesinin iptal kararı uyarınca 5510 sayılı Kanunun yürürlüğünden önceki dönemdeki yaşlılık aylığı tahsis talepleri hakkında uygulanmak üzere 6.5.4 hükmünün eklendiği bildirilmiştir. 2018/38 sayılı Genelgeye eklenen 6.5.4 maddesinde, 5510 sayılı Kanunun yürürlüğünden önce yaşlılık aylığı tahsis talebinde bulunanlardan tahsis talebinde bulundukları tarihte işten ayrılma koşulunun gerçekleşmediği sonradan tespit edilenler hakkında herhangi bir işlem yapılmayacağı, aylıkların aynen ödenmeye devam edeceği belirtilmiştir. 5510 sayılı Kanunun yürürlüğünden buna yana 13 yılın geçtiği dikkate alınırsa, 2018/38 sayılı Genelgenin 6.5.4 maddesinin uygulaması neredeyse hiç olmayacaktır.
4.2. Aynı kanunda iptal edilen madde ile aynı içerikte iptal edilmemiş bir başka maddenin bulunmasının, Anayasa Mahkemesinin iptal kararının uygulanmasına etkisi
Kurum Genelgesinde Anayasa Mahkemesinin 506 sayılı Kanuna ilişkin iptal kararının uygulanmasının mümkün olmadığına dair ilk gerekçesi, aynı Kanun içinde bir başka maddede yine işten ayrılma şartına yer verildiği ve bunun iptale konu olmadığıdır. Kurumun bu tespiti maddi açıdan doğru ise de bize göre hukuken isabetli değildir.
506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu’nun iptale konu 62. maddesinin başlığı aylığın başlangıcı ve yine işten ayrılma şartına yer verilen ve iptal edilmeyen 60. maddenin başlığı da yaşlılık aylığından yararlanma şartlarıdır. Görüldüğü üzere her iki madde yaşlılık aylığına ilişkin yasal sistemde birbirlerini tamamlar niteliktedir, yorumlarında birbirlerinden bağımsız düşünülemez. Bu nedenle aylığının başlangıç şartı olarak işten ayrılma koşulunun aranmadığı, iptal edildiği durumda, yaşlılık aylığından yararlanma şartı olarak aynı hususu içeren 60/H maddesi evleviyetle uygulanamaz. Bu nedenle her ne kadar Anayasa Mahkemesinin iptali 62. madde ile sınırlı olmuşsa da ortaya konulan iptal gerekçeleri 60/H maddesi için de aynı şekilde geçerli olduğundan, şekli bir yorum ile 60/H maddesinin iptale konu olmaması, iptal kararının uygulanmamasının gerekçesi olamaz. Aksine yorum Kanun devleti ilkesine uygun olur, yoksa Anayasanın 2. maddesinde cumhuriyetin nitelikleri arasında sayılan hukuk devletine değil.
Anayasaya “Anayasanın bağlayıcılığı ve üstünlüğü” başlıklı 11. maddesine göre “Anayasa hükümleri, yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını ve diğer kuruluş ve kişileri bağlayan temel hukuk kurallarıdır. Kanunlar Anayasaya aykırı olamaz”. Keza mahkemelerin bağımsızlığı başlıklı 138. maddeye göre de “Yasama ve yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarına uymak zorundadır; bu organlar ve idare, mahkeme kararlarını hiçbir suretle değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez”. Bu anayasal ilkeler karşısında Kurumun lafzi yorum ile Anayasa Mahkemesinin iptal kararını uygulamaktan kaçınması isabetli değildir.
4.3. 506 sayılı Kanunun yaşlılık sigortası bakımından beklenen hak sahibi sigortalılar hakkında uygulanabilir hükümleri
Kurumun Anayasa Mahkemenin iptal kararının uygulanabilir olmadığına ilişkin diğer gerekçesi de 5510 sayılı Kanunda da yaşlılık aylığı tahsisi şartı olarak işten ayrılmanın aynı şekilde yer aldığı, iptale konu olan 506 sayılı Kanun düzenlemelerinin 5510 sayılı Kanunun yürürlüğünden sonraki dönemde uygulanabilir olmadığıdır. Kurum bu konuda 5510 sayılı Kanununun 106. maddesi ile 506 sayılı Kanun’un 141., 143., ek 36., geçici 20., 81. ve 87. maddeleri hariç yürürlükten kaldırılmış olduğu; 5510 sayılı Kanunun geçici maddelerinde 506 sayılı Kanunun Anayasa Mahkemesinin iptaline konu olan 62. maddesine herhangi bir atıf da bulunmadığını tespit etmiştir.
Bir üst başlıktaki açıklamalarımız, Kurumun bu gerekçesi hakkında da aynen geçerlidir. Nasıl ki 506 sayılı Kanunun yaşlılık aylığı bağlanması şartı olarak işten ayrılma 60. ve 62. maddelerinde iki yerde geçtiği halde bunlardan sadece birinin iptale konu olması, iptal edilen hüküm ile aynı içerikteki maddenin uygulanabileceği anlamına gelmez. İptale konu 506 sayılı Kanun ile bire bir aynı koşula yer veren 5510 sayılı Kanunun ilgili hükmünün uygulanması hukuk devleti ilkesi bakımından yerinde görülemez. Anayasa Mahkemesinin iptal ettiği hüküm ile aynı içerikteki diğer maddeleri ele almaması, anayasa aykırılık itirazı yoluna giden mahkemenin değerlendirilmesini talep ettiği maddeler ile bağlı olmasındandır.
İkinci olarak 5510 sayılı Kanunun sadece yürürlükten kaldırılan hükümler başlıklı 106. maddesi okunduğunda, Kurumun tespitinde bir hata olmadığı söylenebilir. Ancak böyle bir sonuç ilk defa 5510 sayılı Kanun döneminde sigortalı olanlar hakkında doğru ise de bu Kanunun yürürlüğü öncesi dönemde sigortalı olanlar, başka deyişle 5510 sayılı Kanunun yürürlüğü tarihinde kazanılmış hak sahibi sigortalılar ile beklenen hak sahibi sigortalılar hakkında isabetli değildir. 5510 sayılı Kanunun geçici maddelerinde kazanılmış hak sahibi sigortalılar ile beklenen hak sahibi sigortalılar için geçiş hükümlerine yer verilmiştir.
Kanunun “malullük, yaşlılık ve ölüm sigortasına ilişkin bazı geçiş hükümleri” başlıklı geçici 1. maddesine göre, “Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten önce, 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu ile 2925 sayılı Tarım İşçileri Sosyal Sigortalar Kanununa tabi olanlar, bu Kanunun 4 üncü maddesinin birinci fıkrasının (a) bendi kapsamında .. kabul edilir.
17/7/1964 tarihli ve 506 sayılı, 2/9/1971 tarihli ve 1479 sayılı, 17/10/1983 tarihli ve 2925 sayılı, bu Kanunla mülga 17/10/1983 tarihli ve 2926 sayılı kanunlara göre bağlanan veya hak kazanan; aylık, gelir ve diğer ödenekler ile 8/2/2006 tarihli ve 5454 sayılı Kanunun 1 inci maddesine göre ödenmekte olan ek ödemenin verilmesine devam edilir. Bu gelir ve aylıkların durum değişikliği nedeniyle artırılması, azaltılması, kesilmesi veya yeniden bağlanmasında, bu Kanunla yürürlükten kaldırılan ilgili kanun hükümleri uygulanır”.
Keza “506, 1479, 5434, 2925, 2926 sayılı kanunlara ilişkin ortak geçiş hükümleri” başlıklı geçici 7. maddede “30/4/2008 tarihinden sonra 506, 1479, 5434, 2925 ve 2926 sayılı kanunlara göre ilk defa sigortalı veya iştirakçi olanlar hakkında bu Kanunun 28 inci maddesinin ikinci ve üçüncü fıkrası hükümleri uygulanır”. Dolayısıyla ilk defa 506 sayılı Kanun döneminde sigortalı olanlar için 5510 sayılı Kanunun “Yaşlılık sigortasından sağlanan haklar ve yararlanma şartları” başlıklı 28. maddesinin 2. ve 3. fıkraları uygulanacağına göre, Kurumun bakış açısında olduğu gibi lafzi yorum ile bu sigortalılar hakkında aynı maddenin 9. fıkrasındaki “yaşlılık aylıklarından yararlanabilmek için, 4 üncü maddenin birinci fıkrasının (a) bendinde belirtilen sigortalının çalıştığı işten ayrıldıktan” şartı uygulanabilir nitelikte değildir. Buna bağlı olarak bu şartla ilgili 506 sayılı Kanun hükmünün uygulanması gerekir, 506 sayılı Kanunun ilgili hükmü de Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmiştir.
Son olarak, 506 sayılı Kanunun ilgili hükmünü Anayasa Mahkemesine taşıyan Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun başvurusu önüne gelen bir dava bağlamındadır, yoksa ilgili hükmün uygulanmasını gerektiren bir dava olmaksızın, soyut olarak anayasaya aykırılık itiraz yolu işletilemez. 5510 sayılı Kanunun 2008’de yürürlüğe girdiği ve Hukuk Genel Kurulunun da Anayasa Mahkemesine 11 yıl sonra 2019 yılında başvurduğu dikkate alınırsa, dava konusu çekişmenin Kurumun 5510 sayılı Kanun dönemindeki bir işlemine ilişkin olması beklenir.
SONUÇ
Anayasa Mahkemesinin yaşlılık aylığının bağlanması şartlarından çalıştığı işyerinden ayrılma şartını içeren 506 sayılı Kanun hükmünü iptali, ekonomik nedenlerle SGDP tabi çalışmanın adeta kural halini aldığı çalışma yaşamımızda bazı sorunlara pratik çözüm mahiyetindedir. Ancak sosyal sigortanın olması gereken amaç ve işlevleri itibariyle ülkemize özgü bir kurum olarak SGDP’ye tabi çalışma, sistemin işleyişi bakımından hukuki nitelik itibariyle istisna görülmelidir, yoksa emekliliğin zorunlu bir unsuru değil. Zaten bu nedenledir ki 5510 sayılı Kanunda genel ilke olarak SGDP’ye tabi çalışmaya yer verilmemiştir. Buna göre çalışma gücünü kaybetme kabulüne dayanan emeklilik için başvurunun işten ayrılmayı gerektirdiğini, aksine yaklaşımın emekliliği fiili durumda bir ek gelire dönüştüreceğini, bunun Anayasanın 60. maddesinde güvence altına alınan sosyal güvenlik hakkı ile bağdaşmayacağını belirtmek isteriz. Tahsis talebi ile aylığın ilk ödeme tarihi arasında geçecek sürede sigortalının geçimini temin edemeyeceği hem pratikte işten ayrılmanın, Kuruma tahsis talebinde bulunmanın ve yeniden SGDP tabi çalışma girişinin aynı gün içinde olabilmesi hem de tahsis işlemleri tamamlanana kadar avans ödemesi gibi yollarla bu sorunun kolaylıkla aşılabileceği hususları dikkate alındığında, aylığın bağlanması şartı olarak işten ayrılma şartının gerekçesi olamaz.
Anayasa Mahkemesinin aylık bağlanması şartı olarak işten ayrılmayı iptal etmesi yaşlılık aylığının evrensel ilkeleri ile bağdaşmaması nedeniyle isabetli olmadığı bir yana, Kurum tarafından bu kararın 2021/5 sayılı Genelge ile uygulanmayacağının açıklanması daha da isabetsizdir. Burada dayanılan gerekçeler Genelgenin hukuk devleti ilkesine aykırı olduğu gerçeğini ortadan kaldırmamaktadır.
KAYNAKÇA
Alper, Y., “Sosyal Güvenlik Reformu ve Finansmanla İlgili Beklentiler”, Sosyal Güvenlik Dergisi, 2011, S. 1, C. 1.
Arıcı, K., Türk Sosyal Güvenlik Hukuku, 2015.
Başterzi, S., “5510 Sayılı Yasaya Göre Yaşlılık Aylığına Hak Kazanma Koşulları -Önceki Mevzuatla Karşılaştırmalı Bir Değerlendirme-“, Prof.Dr. Sarper Süzek’e Armağan, C. II, 2011.
Caniklioğlu, N., “5510 Sayılı Kanun ve İş Sözleşmesine Göre Çalışanların Sosyal Güvenlik Destek Primi Ödeyerek Çalışmaları”, Sicil İş Hukuku Dergisi, S. 10, 2008.
Güzel, A./ Okur, A. R./ Caniklioğlu, N., Sosyal Güvenlik Hukuku, Yenilenmiş 18. Bası, 2020.
Sözer, A. N., Türk Sosyal Sigortalar Hukuku, Güncellenmiş 4. Baskı, 2019.
Tuncay, A. C./ Ekmekçi, Ö., Sosyal Güvenlik Hukuku Dersleri, Yenilenmiş 17. Bası, 2016 ve Yenilenmiş 20. Bası, 2019.
Tunçomağ, K., Sosyal Sigortalar, Gözden Geçirilmiş ve Yenilenmiş 5. Bası, 1990.
Yamakoğlu, E., “Emekliliğe Hak Kazanmanın İş İlişkisine Etkisi”, Sicil İş Hukuku Dergisi, S. 40, 2018.
[1] Tuncay, A. C./ Ekmekçi, Ö., Sosyal Güvenlik Hukuku Dersleri, Yenilenmiş 17. Bası, 2016, s. 455.
[2] Caniklioğlu, N., “5510 Sayılı Kanun ve İş Sözleşmesine Göre Çalışanların Sosyal Güvenlik Destek Primi Ödeyerek Çalışmaları”, Sicil İş Hukuku Dergisi, S. 10, 2008, s. 175.
[3] 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu m. 62, 5434 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanunu m. 39, 1479 sayılı Esnaf ve Sanatkârlar ve Diğer Bağımsız Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kurumu Kanunu m. 35 ve 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu m. 28/9.
[4] Kayıt dışı işçi çalıştırma alışkanlığı için bkz. Tuncay, A. C./ Ekmekçi, Ö., Sosyal Güvenlik Hukuku Dersleri, Yenilenmiş 20. Bası, 2019, s. 172, 249. Kayıt dışı çalışmanın yaygınlığı hakkında bkz. Alper, Y., “Sosyal Güvenlik Reformu ve Finansmanla İlgili Beklentiler”, Sosyal Güvenlik Dergisi, 2011, S. 1, C. 1, s. 13.
[5] Tuncay/ Ekmekçi, s. 249.
[6] Tunçomağ, K., Sosyal Sigortalar, Gözden Geçirilmiş ve Yenilenmiş 5. Bası, 1990, s. 341; Güzel, A./ Okur, A. R./ Caniklioğlu, N., Sosyal Güvenlik Hukuku, Yenilenmiş 18. Bası, 2020, s. 4-5, 503; Tuncay/ Ekmekçi, s. 499; Sözer, A. N., Türk Sosyal Sigortalar Hukuku, Güncellenmiş 4. Baskı, 2019, s. 375; Arıcı, K., Türk Sosyal Güvenlik Hukuku, 2015, s. 7, 10, 363.
[7] Güzel/Okur/Caniklioğlu, s. 492.
[8] Güzel/ Okur/ Caniklioğlu, s. 504; Tuncay/ Ekmekçi, s. 499.
[9] Başterzi, S., “5510 Sayılı Yasaya Göre Yaşlılık Aylığına Hak Kazanma Koşulları -Önceki Mevzuatla Karşılaştırmalı Bir Değerlendirme-“, Prof.Dr. Sarper Süzek’e Armağan, C. II, 2011, s. 2232.
[10] Yaşlılık aylığının özde tekrar çalışma olgusunu dışladığı yönünde bkz. Caniklioğlu, s. 175.
[11] Caniklioğlu, s. 171; Güzel/ Okur/ Caniklioğlu, s. 599.
[12] Sözer, s. 427; Tuncay/ Ekmekçi, s. 535.
[13] Güzel/Okur/Caniklioğlu, s. 599 vd.; Sözer, s. 427.
[14] Tunçomağ, s. 353; Güzel/ Okur/ Caniklioğlu, s. 533.
[15] Tuncay/Ekmekçi, s. 501.
[16] Bkz. Tunçomağ, s. 341; Güzel/ Okur/ Caniklioğlu, s. 4-5, 503; Tuncay/ Ekmekçi, s. 499; Sözer, s. 375; Arıcı, s. 7, 10, 363; Yamakoğlu, E., “Emekliliğe Hak Kazanmanın İş İlişkisine Etkisi”, Sicil İş Hukuku Dergisi, S. 40, 2018, s. 146.